Monday, June 19, 2006

Trekking & Trekqueen


Günler nasıl hızlı geçiyor, hayat nasıl koşturuyor inanılır gibi değil... Sürekli söylüyorum aman biz ne meşgul insanlarmışız kardeşim diye. Bir aksiyondur gidiyor yani.

Sürekli sokakta olan insanlar için anlatacak çok şey var. Ama ben geçtiğimiz haftalarda yaptığımız, aşağıda da resimlerini koyduğum trekking macerasından bahsedeyim.

Bizim trekking olayımız taa askerlik öncesine dayanıyor. Sürekli giden arkadaşlarımız var ve bizi hep çağırır dururlardı. Bir türlü denk getirememiştik, ta ki geçen güne kadar. Neyse artık bu seferkine katılalım dedik, tura paramızı ödedik ve meşhur günü beklemeye başladık. Tabi bir gece öncesini bilmem anlatmaya gerek var mı :) Ayy o tshirti mi giysem... hangi pantalon uygun olur... saçımı toplasam mı... dar mı gelir bu tshirt... sırt çantam ağır oldu... ama bu şapkanın rengi uymadı... ve daha neler nelerr :P

Trekking yerine gece alemlere gezmeye gitsek bu kadar hazırlanmazdım valla! Ama ne bileyim, acemilik zor zanaat. Hem trekking falan diye abuk sabuk giyinip gidecek değiliz yani aaa. Şimdi ben böyle sekizbin tane şeyi giyip çıkarıp hazırlanmaya çalışırken sonsuz bir sabır ile beni bekleyen sevgiliciğime de buradan teşekkürü borç bilirim efenim :)

Neyse sabahın köründe bir sürü alternatif arasından seçim yapıldı ve uykulu uykulu tur minibüsüne binildi. Hatta öyle uykuluyduk ki, sızdık kaldık. Sonra babam neredeydi gittiğiniz yer dediğinde hık mık şeklinde cevap veremeyecek derecede gidişte de dönüşte de bir güzel uyukladık, o derece yani...

Güzel bir ağaçlıklı yerde derenin üzerinde nefis kahvaltının ardından istikamet doğruca parkurun başladığı yer oldu.

Yürüyüşe başlamadan önce rehberimiz bize yüklerimizi dağıttı. Kimine ekmek, kimine sucuk, kimine salatalık falan verdi. Ben tabi tecrübesiz olduğum için etrafıma sorup durmaya başladım bu işin olayı bu mudur, taşınır mı böyle yükler diye. Sanırım değilmiş ama çaresiz iki ekmek aldım ben de, ki sonradan bunlar sevgili beye itina ile devredildi.

Rehberimiz bize muz ve çikolata dağıttı ayrıca ve bunlara ihtiyacınız olacak şimdi yemenizi tavsiye ederim dedi. Rampa çıkarken ihtiyacımız olacakmış. Bir saniye rampa mı dendi? Ne rampası yafu? Anladık düz asfaltta yürümeyeceğiz ama rampa falan, neysse...

Başladık yürümeye. Oldukça düz bir yoldan yürüyoruz, yokuş aşağı. Eh kolaymış bu iş diye düşünmeye başladım. Bu sırada rehber yine ulvi bir laf etti, bakın şu karşıdaki dağı görüyor musunuz, işte biz onun tepesine tırmanacağız dedi. Ahah ne komik adam bu dedim ben de. İlahi rehber, biz kiiim, o dağa tırmanmak kiim...

Hava da epeyce sıcak. Biz de tedbirliyiz ya, sırtımızda minik bir gölü dolduracak kadar su taşıyoruz, yükümüz ağır yani. Ama tıngır mıngır iniyoruz dik yokuştan aşağı. Doğa falan süper düper. Kuşlar, böcekler, çiçekler var çevrede. Benim capon sevgilim sakin sakin fotograf çekiyor, her şey tıkırında yani. Bu arada yokuş epeyce dik, o yüzden ben diyorum ki yok kesin aynı yoldan geri dönmeyeceğiz, başka yerden alacak bizi minibüs. Çıkılır mı bu yokuş gerisin geri. Yok canım...

Yokuşun bitiminde bir derenin dibinde süper güzel bir çardak, minik bir kahve gibi, içinde çiçekler, güler yüzlü köylüler, serin mi serin, buzz gibi bir kaynak suyu akıyor (kapak oldu bütün taşıdığımız sular evet!). Oturduk soluklandık orada biraz. Sonra rehber yine yürüyoruz dedi. Derenin üzerinden geçtik. Ufaktan tırmanmaya başladık. Ama öle dik bir yer ki, ha bitti ha bitecek, düzlüğe çıkacağız diyorum sürekli, inanamıyorum. Daha ne kadar var diye sormuşum. Yaklaşık 45 dakika daha böyle tırmanacağız cevabını almışım. İnsanın hayatı gözünün önünden film şeridi gibi geçer derler ya, valla doğru! Ben orada kalp krizi geçirmediysem, kalbim yerinden fırlayıp ayaklarımın dibine düşmediyse bir daha birşey olmaz diyeyim ben size! Dinlenmek ne kelime, tazı gibi tırmanıp duruyoruz. Başımın dönmesiyle kendimi yere atıverdim. Zorla çikolata yedirdiler bana. Ha gayret biraz daha tırmandım, tekrar oturdum. Böyle düşe kalka, dinlene, sürüne tepeye kadar çıktım ama anlatması bile fena! Tepeye vardığımızda yolun yarısına bile gelemediğimizin haberini aldım. Peki ama kardeşim nerede bu Menekşe Yaylası? Neyse çikolata iyi gelmiş olacak ki yolun devamını kazasız belasız yürüdüm. Kazasız belasız diyorum çünkü bayılmadım ayılmadım. Ama yüzümün pancara dönmediği, dilimin beş karış sarkmadığı anlamına gelmez bu.

Diyecek bir şey yok, manzara harika... Doğa olağanüstü. Ah bir de tırmanmak olmasaydı. Yol üzerinde bir soğuk kaynak suyu daha gördük hatta. Bir daha yüklenir miyim hiç o suları :S

İşin en güzel kısmı yemek yemek oldu her zamanki gibi!

Bizim itina ile taşıdığımız son derece basit yiyecekler nasıl lezzetli geldi anlatamam!

Birkaç taşın içinde kömür ateşi, üzerinde bir tel ızgara ve tabi onun da içinde sucuklar! Ekmeklerin içine sucuk, yine kömürde közlenmiş biber, domates, salatalık, turşu, ketçap, mayonez koyuldu ve deee afiyetle mideye indirildi. Ardından da rehberimiz alüminyum folyo içinde helva pişirdi bize ki ben bunun tadını asla unutamayacağım!

Görüldüğü üzere deli gibi yorulsak da o kadar çok yedik ki, her şey eşitlendi :) Ama ben bu arada bir gün önceki iş yemeğinde yediğim Cafe de Paris Bonfileyi ve sakızlı fırın sütlacı da aradan çıkardım sanırım :)

Neyse efendim güzel şeyler kısa sürer hesabı 1 saatlik yemek molası da bitti. Ha bu arada ekleyeyim, Allahın dağında yapılan bu pikniğe Sevgili Bey süper teknolocik cep telefonu ile U2 müziğini de kattı. Daha ne isteriz oldu yani...

Dönüş yolu ise dolu mideyle biraz daha çekilmez olduysa da yokuş aşağı inme kısımları daha başarılıydı kendi adıma. Ama oradan inerken de nasıl bir güçle tırmandığıma da hayret ettim. Yine de sucukları sırt çantasında mı taşımak daha iyidir yoksa midede mi sorusuna pek cevap bulamadık, eşit sanırım...

Yine derenin dibinde soluklandık, bir çay içtik ve bu sefer yolculuğun ilk başında tıpış tıpış, çiçeğe böceğe bakarak indiğimiz yokuşu tırmanmaya geldi sıra. Valla yine hakkı yenmez, Sevgili Bey beni arkamdan iterek çıkardı yokuşu :) Minibüsümüzü görünce bir an serap görüyorum falan sandım resmen :) Tshirtim su gibi olmuştu!

Yine fosur fosur uyunarak yapılan bir yolculuk sonrası, eve girersek kesin çıkmaya üşenir aç kalırız diye diye dışarıda yemeğe karar verdik. Üzerimiz toz toprak, kan ter içindeyiz. İnsanlar şık şık giyinmiş, güzel bir akşam, dışarıda yemek yiyorlar. Biz ise sukunet içinde yemeğimizi yiyerek kalktık. Çok romantik bir yemekti yani sormayın :)

Ertesi gün bir adım bile atamayacak şekilde her yerim ağrıyordu. Özellikle merdiven inmek korkunç bir eziyet oldu. Amaaa Kiraz bu vazgeçer mi alışverişi gelmiş bir kere. Tutturmuş caddeye gidelim diye :) Kah yürüye kah topallaya gittik caddeye. Birşeyler aldık, birşeyler yedik, kendimize geldik :)

Bana bu maceradan bir de hatıra kalmış. Onu da sonrasında pediküre gidince öğrendim :) Ayağımdaki ojeyi sildiler, bir de ne göreyim, yokuş aşağı inerken ayak tırnaklarımdan biri mosmor olmuş! Şimdilik 2 haftadır kırmızı oje ile idare ediyorum, umarım kalıcı değildir :P


15 Comments:

Blogger DAMLA said...

Yaklaşık 1 seneleğine kalıcıdır şekerim!!.... O tırnağın uzaması anca sürüyor. Denemiştir !!...

9:06 AM  
Blogger mono said...

cerise ne bu yaa, işkenceyle karışık trekking olmuş bu, gene de aksiyon tabi. bidahakine daha düz rampasız yürüyüşler diliyim ben sana :)

1:55 PM  
Blogger kedi said...

Off ya zor mor abicimmmm,mis gibi macera işte.Kaç kişi hayatında bu güsell deneyimi yaşar ki.

Hay Allah ben hemen geçer o morluk dicektim ama Damlam felaket tellalığı yapmış bilee ;P

Tecrübe sahibidir,Damlamdır,saygı duyarım görüşüneee:)))

10:33 PM  
Blogger Asortik Krep said...

Spordan sonra ya da böyle trekkingden sonra ertesi gün yataktan kalkıp 5 kere eğilip kalkacaksınız ki bacaklar kesmesin..Bunu bir arkadaşıma söylediğimde nerden çıktı şimdi bu demişti..ama yaptığında ise teşekkür etti :)

1:51 PM  
Blogger kedi said...

Evet evet Bunu Asortik bir bloga daha yorum olarak yine yazmıştı.

Ve ben okuyunca biraz saçma bulmuştum(Asortiim yaa,kusura bakma ama)Hiç olur mu öyle şey diye düşünmüştüm.

Fakat spora başladığımda ilk gün kendimi kaybedip canıma okumuştum,sanki 2 saatte 5 kilo vercek gib.Ertesi gün kocakarı gibi yürüyordum,etlerim kesilmiş acaip hamlamıştım.

Dur dedim yaa,5 kere eğilip bi kalkalım bakalım,ne kaybederim ki.
Denedim ve biraz zaman geçince inanılmaz şekilde ağrıların geçiyor ve kocakarı yürüyüşünden gençkız yürüyüşüne terfi ediyorsun Huysuzum yaa :)

Mantığı nedir çözemedim ama süper bir yöntem olduğu kesinnn!!!
Teşekkürler Asortik......

9:20 PM  
Blogger Cerise said...

:( Damla bu kötü haber oldu yafu! Yaz günü mor tırnak, bir bu eksikti :(

Bonacım hem de ne işkence! Bir dahaki sefer diye birşey olacak mı bakalım :)

Asortik çok ilginç birşey kesin deneyeceğim

Biyocum da denemiş beğenmiş bu yöntemi demek :)

11:46 PM  
Blogger ycurl said...

kirazcim,
cok guldurdun beni trekking gezinle :) Burada da inmeli cikmali tepeler olsa da trekking yapsam. Trekking arasinda yenilen snickersin tadi sadece o anda cok guzel olur :)

9:53 AM  
Blogger Gün said...

Valla tam işkence gibi olmuş, hem para ver hem işkence yaşa :)

10:39 AM  
Blogger Cerise said...

Ycurl valla o çikolatayı adam ilk verdiğinde bir mana verememiştim ama hayat kurtardı resmen!

Gün gerçekten parayla işkence çekmek isteyenler hemen gitsinler trekkinge. Hatta bu sıcakta işkence çifte katlanır :)

12:01 AM  
Blogger hayal said...

:)
Saglikli yasam, doga, spor, temiz hava..
Ne guzel.
En guzeli yemekler :)

12:38 AM  
Blogger mom said...

ama resim yok biz o doga guzelliklerinden mahrummu kaldik simdi kiraz?? yorulmussunuz ama degmis sucuk ekmek ve kagitta helva super lezzetli gelmis:))

5:50 PM  
Blogger Annelog Atölye said...

Başlık da süper Cerise:)

4:02 PM  
Blogger Cerise said...

Hayal yemek olayı süper süperrr!

Mom aşağıdaki postta resimler :)

Annelog ben de çok beğendim bu buluşumu :)

10:14 PM  
Blogger ibeking said...

morluk geçer eğer çarpmış felan olsaydın o zaman tırnağının düşme tehlikesi olabilirdi...

10:42 AM  
Blogger Cerise said...

ibekingcim hala mor :(

11:43 PM  

Post a Comment

<< Home